Bu diller de nereden çıktı? Kibirden!
İnsanın ihtiyacını, derdini, sevincini anlatabilmek için iletişim kurmak açlığı doğrultusunda nasıl sesler çıkararak dili icat ettiğini şuradaki yazımızda bahsetmiştik. Peki artık insanlar artık birbirleri ile anlaşabildiğine göre, bu iletişim yolu nasıl fraksiyonlara ayrıldı? Hangi noktada bir dil yetmedi de daha fazlasına ihtiyaç duyuldu?
Bu da tüm geçmiş gizemlerde olduğu gibi bizi bir efsaneye götürüyor.
Efsaneye göre antik zamanlarda bilinen ve kabul edilen ilk dil, ilk kutsal olan İbranice idi. Hatta günümüzde bile birçok ilahi kaynakta bu şekilde kabul edilir. İbranice'nin, Yaradan'ın cennette Adem'e hitap ettiği dil olarak bahsi geçer. Tarih, İbranice ile başladı.
Sonra büyük Tufan, ikinci Yaratılış ve Nuh'un soyunun başlangıcı. Nihayet medeniyet yeniden yeryüzünde filizlenmeye başladığında, Nuh'un torunları Mezapotamya'da bir krallık kurar: Sümerler. Tarihsel sayı doğrusuna baktığımız zaman bugün hala kullanmakta olduğumuz birçok gelenek onlardan miras kalmıştır. Evlilik yüzüğü, yılbaşı ağacı süsleme, nazar boncuğu bizlere onların hediyeleridir. Sümerler bir konuda daha oldukça gelişmişti: Mimari...
Nuh'un torunlarından, dönemin kralı Nimrod büyük bir kraldı. Becerikli bir avcı ve savaşçı olarak bilinirdi. Halk ona saygı ve sevgi beslerdi. Sözünden çıkan olmazdı.
Böylece basamak bir bir tamamlandı. Nimrod'un bilgeliği ve dini kökeni, Sümerler'in mimari becerisi ile birleşince artık tüm yapıtaşları hazırdı. Nimrod, o zamanlar adı Marduk olarak geçen yaratıcıyı görmek istedi. Nimrod, yaratanın katına çıkmak, onunla temasa geçebilmek istedi. Nimrod, yaratan ile eşdeğer olmak istedi. Nimrod tehlikeli sularda yüzüyordu.
Büyük mimarlar, ileri gelen alimler, becerikli ustalar ve çalışkan işçiler. Hepsi birleşip tanrı katına çıkan meşhur, büyük Babil Kulesi'ni, dünya harikalarından biri olan Babil'in asma bahçelerinin tam ortasına yapma kararı aldılar. Göğe uzanan bir kule. Bulutların üzerine çıkan bir el. İnsanlığın göklere ilk ama son olmayan uzanışının başlangıcı.
Kule tamamlandı, ancak Marduk çok kızmıştı. İnsanın kibrine, kendilerini tanrı katına çıkmaya layık görmesine, şirkine çok öfkelenmişti. Bu büyük ve korkunç hiddet, tanrının gazabını yeryüzüne indirdi. Marduk kuleyi korkunç bir felaket ile yıktı. Ancak bu yeterli değildi. Öfke dinmemiş, ceza bitmemişti. Marduk bu kulenin tekrar yapılmasına izin veremezdi. Bu nedenle kulenin yapımında en ufak bir çakıl taşı koyandan, kulenin yapılışını gören göze kadar o bölgedeki tüm insanların bir daha birbirleri ile iletişim kurup böyle bir şeye kalkışmalarını engellemek için onların dillerini karıştırdı ve birbirlerini bulamamaları için onları yeryüzünün en uzak diyarlarına fırlattı.
Bu insanların her biri, uyandıkları bu yeni diyarlarda, yeni dilleri ve yeni görünüşleri ile kaldırım taşları arasında hiç yoktan biten bir çiçek gibi filizlendi. Kendi ailelerini kurdu, kendi halklarını oluşturdu ve nesiller geçtikçe çoğalarak yayıldı.
Tanrı, insanın kibrine ceza olarak dilleri ve ırkları yaratmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder